20 Nisan 2016 Çarşamba

Dönüşmek


 Kendimi kötü hissediyorum her zamanki gibi. Bir şeyler yapmaya çalışırken aklıma burası geldi. Belki buraya yazarsam eski beni hatırlarım dedim. Aklımdakileri kağıda yazmayı bırak, elime kalemi bile alamıyorum artık. Bu da belki mutsuzluktan kaçma mekanizmam oldu. Ne kaçabildim, ne yazabildim öyle elim boş duruyorum.
  Kendimden çok uzaklaştım. Zevklerimden, alışkanlıklarımdan, heveslerimden, hayallerimden. Ve biliyorum ki bir tek ben değilim böyle. Herkes mutsuz bir şekilde, herkes kendi  bataklığında çırpınıyor. Ben kendi tarafımdan bakıyorum tabii. Cephemde durumlar hiç iyi değil. Gündelik hiçbir şeyle savaşacak halim kalmadı. Kendimle de savaşıyorum aslında. Yine boş boş düşünürken bir gün insana en çok kendinin zarar verdiğini fark ettim. Belki de bu bende geçerlidir. Sürekli kendimi eleştirip, küçümsüyorum. Sıkıyorum, sıkıntı çıkarıyorum. Sürekli negatif düşünen bir beyinle yaşamak inanın kolay değil. Kendimi kabulleniyorum ama çevredeki negatif insanlara da tahammül edemiyorum. Sanırım bu  da "en çok ben acı çekiyorum" kıyaslaması. Fakat dediğim gibi hepimiz çırpınıyoruz bir şekilde bunların içinde. Öyle küçük mutlulukların falan faydası olmuyor. Eğer mutsuzluğu ağır basan biriyseniz, bilirsiniz.
 Zaman geçtikçe her şeyin düzeldiğine de inanmıyorum artık. Düzelmiyor çünkü gördüm. İnsan kabulleniyor yaşadıklarını bir süre sonra acı vermiyor. Hiçbir şey düzelmiyor. Sen kendini öylece boşluğunda süzülürken buluyorsun. Bir nevi insanın bulunduğu duruma alışması durumu.  Bazen ruhumla bedenim böyle ayrılacak gibi hissediyorum ya da nasıl söyleyeyim koca bir bulutmuşsun gibi bir his. Düşünüyorsun ama bunun bir ağırlığı yok. Kafanda evirip çevirdiğin her şey öyle havada asılı kalıyor. Gün boyu saçmaladığını, hiç eskisi gibi olmadığını düşünüyosun sonra. Kendi kendini paralayıp dünyadan soyutluyorsun, enerjini tüketiyorsun boş yere. Gündelik işlerin de işte kalan enerjinle ne kadar giderse.
 Mutsuzluk bir kısır döngü. Hele ki o döngünün tam ortasındaysanız kurtulması biraz daha zorlaşıyor. Kötü hissetmekten kurtulunur mu onu da bilmiyorum ki. Ölüm gibi büyük bir travma atlattıysanız bu imkansız gibi geliyor insana.
 Mutsuzluk insanı rutinleştiriyor bi de. Kısır döngünün en büyük sebebi bu. Hep yaptığın şeyleri yaptırıyor, içinde en rahat olduğun kıyafetleri giydiriyor. İnsanın güzel görünmesini, kendine güven duymasını engelliyor. Aynı yemekleri yedirtiyor, evden çıkma isteğini bitiriyor, hep aynı şeyleri izlettirip dinlettiriyor. Kendisine zarar verdiğini bildiği halde insana yaptırıyor tüm bunları. Çünkü tüm bunlar insanı yorarken, güvendiği bildiği şeylere ihtiyacını arttırıyor insanın. Nefes aldıran tek his güven. Ve eğer sevgiye de sahipseniz işler biraz daha kolaylaşıyor. Bunalmışlık hissi yokladığında kafamda bir kadın beliriyor böyle dizine yatıyorum sarılıyorum ağlıyorum, o da beni öpüyor her şey geçecek diyor. Hayatımda şu an eksik olan anne figürü belki de bu. Annesizlik en büyük yalnızlık. Kendimi bir anda içinde buldum bunun.  
 İnsan yaşadığı andan keyif almadıkça ya geçmişi ya da geleceği düşünüyor. Geleceği düşünmeye, onu kafamda yeniden kurmaya enerjim olmadığından geçmişimi kurcalayıp duruyorum. Aslında o kadar mutlu olmasam da o zamanları yüceltip ne kadar mutluydum şöyleydim, böyleydim, böyle olmuştu diyorum. Dinlediğim eski müzikleri dinleyip, eski dizileri izleyip, yazdıklarımı falan okuyorum. Değişmişim diyorum. 

Bu kötü hisler dönüp dolaşıp geliyor bana. Peki ben bu sırada neye dönüşüyorum?


 

15 Mart 2014 Cumartesi

Bir Günlük Yazısı 2

şarkı

Annemin hastalığını öğrendiğimde 13 yaşındaydım. Şimdi düşününce şu 5 sene o kadar çabuk geçmiş, o kadar çabuk yaşanmış ama acısıyla yaşanmış ki.. O gün büyüdüm. O gün gerçekten acının nasıl bir şey olduğunu anladım. Hayatımda böyle bir şey yaşanmamış olsaydı ya da ben bu hale düşecek kadar kendimi psikolojik olarak salmasaydım her şey farklı olurdu. Sadece kendi adıma konuşmuyorum; ablam, babam, anneannem ama en önemlisi annem yoruldu artık. Bıktık. Öpeyim de geçsin, nane limon kaynatayım da geçsin gibi bir şey değil bu hastalık. Kanser. Başına gelmeyen insanın asla ne denli korkunç bir hastalık olduğunu anlayamayacağı, başına gelenin ise en önce kendi hayatı olmak üzere yakınlarının da hayatını alt üst eden bir canavar. Katil. Benim çocukluğumun, ablamın gençliğinin, babamın mutlu günlerinin, anneannemin rahat olması gereken her saniyesinin, annemin hayatının katili! Daha nasıl anlatırım bilmiyorum. İçimden geçen tüm düşünceler dışa vuramadan donup kalıyor. Ağlayamıyorum, defalarca denememe rağmen bu hissi içimden koparıp atamıyorum. Annemin böylesine acı çekmesine dayanamıyorum artık. O kadar üzgün, o kadar öfkeli ve o kadar bıkkınım ki.. Yine yazamadım, yine istediğim gibi olmadı hiçbir cümle. Çünkü inan yetmiyor hiçbiri aklımdan geçen bir kelimenin anlatmak istediklerine.
Bir okul ve dershane gününe tahammül edecek sabrım kalmadı. Her gün gördüğüm o çirkin yüzlere gülümsemekten, insanlara derdimi anlatmaya çalışmaktan tiksindim. Herkes düşman, herkes düşman bana! Nefret ediyorum, herkesten herkesten her şeyden! Konuşmaktan, dinlemekten, yemek yemekten, giyinmekten, internetten, müziklerden, çevremden, evimden sıkıldım. Bazen içim dışıma çıkana kadar ağlamak, önüme gelen her şeyi yakıp yıkmak istiyorum.
Bu sene her şey tahmin ettiğim gibi ya da tahmin ettiğim için her şey böyle.
Bu sene adeta tatsız tuzsuz bir domates.

                                                                                                                           05.12.2013

-03.01.2014 annemi kaybettim.-

25 Nisan 2013 Perşembe

Bir Günlük Yazısı

*
 Nereden başlasam bilmiyorum. Nereden tutsam, neresinden uzatsam lafın. Anlatacak çok şey yaşamadım. Yazacak çok şey düşündüm. Yazmaya cesaret bulamadım. Cesaretimi aradım, düşündüklerim bir bir uçtu aklımdan. Geriye kocaman bir boşluk kaldı. Anladım. Düşündüklerimin ötesinde değilim. Ne eksiğim, ne fazlayım, ne de tamım.

 Yaşamımın en güzel yıllarını belki de zehir ediyorum. ( Bir şey yapmayarak. ) Ne istediklerimi önemsiyorum, ne sorumluluklarımı.. Ne kendimi umursuyorum, ne de bir başkasını. Kendimi insanlardan soyutlayarak neye ulaşmak istediğimi anlamıyorum. Çoğu zaman düşünüyorum. Ne yazasım, ne acıkasım, ne üzülesim, ne de artık hissedesim geliyor. Bu zamana kadar kendimi hiç bu kadar salmamıştım.

 Geriyim. Çoğu insandan, çoğu olmam gereken basamaktan, içinde bulunmuş olduğum yarışta, hayat adını verdikleri bu sınavda. Yaşamadım ben. Ne bunları içtenlikle söyleyebilecek kadar ne de bu durumda olmayı hakedecek kadar. Tek suçum düşünmek. Tek suçum kendim olmak belki de. İşleri bozan, yaşama olan inancımı sömüren bu hissin tek sorumlusu benim.

 Tadım yok. Kaybedecek kadar önemsenecek, elle tutulur bir şeyim yok ortada. Düşünüyorum. Onlar da gelip geçiyor her dakika, her saat, her gün. Ve geriye bunların bıraktığı koca bir boşluk kalıyor. Her geçen süre daha da büyüyen bir boşluk.

 İnsanlar bilmiyor, insanlar farketmiyor, insanlar düşünmüyor belki de benim gibi. Hiç kimsenin beni anlamasını beklememekle beraber artık bir şeyler yapabilmek adına onlara ihtiyaç duymadığımı farkettim. İnsanlar kalabalık, insanlar sorun, insanlar soruyor. Ürküyorum çoğu zaman. Ve çoğu zaman onlara ayak uyduramıyorum. Onlar mı hızlı normalden yoksa ben mi yavaşım? Bilemiyorum. Çabalamaktan ve içimde yarattığım o koca dünyadan uzaklaşmaya çalışmaktan yoruldum. Düşüncelerimden kaçmaktan ve akıp geçen zamanı yakalamaya, ona ulaşmaya çalışırken sürekli olarak sendelemekten. İçinde bulunmakta olduğum durumdan sıkıldım. Normal olmak istiyorum. Sıradan, herkes gibi. Aynı zamanda düşünmemek istiyorum.
İyi olmak istiyorum.
Onlar gibi olmak istiyorum.
İştahla yemek yemek istiyorum.
Gerçekten mutlu olduğum için gülmek
ve
her zaman güvenmek kendime.

 Artık içinde bulunduğum durum garip, yabancı gelmiyor. Sanırım en korktuğum şey de buydu. " Kötü olmaya alışmak; iyi olmak için artık uğraşmamak. "Ama en azından yazabilirim değil mi? ÇOK İHTİYACIM VAR. Biliyorum.

2 Haziran 2012 Cumartesi

  Benimle beraber olmaman belki de daha iyiydi. Beni severken düşünmek seni, gözlerime bakarken, ellerimden tutarken ve öperken dudaklarımı.. Hepsi çok uzak geliyor, hepsi garip ve yabancı hepsi bana.
  Bazen hiç başlamaması bazı şeylerin, bitmesinden daha da iyi. Sanki beraberken tüm büyü bozulacakmış gibi. Belki de hiç mutlu olamazdık şimdikinden, kim bilir? Yaşamamak, yaşamaktan daha da iyi olabiliyor. Ulaşamamak, ulaşmaktan ve bilmemek bilmekten.
  Biz yaşamadık, biz hiçbir zaman "biz" olamadık gözünde. Ulaşamadım sana ve biliyorum tüm gerçekleri. Adını sürekli aklımdan geçirmeden yapamıyorum ama. Her yerdesin! Radyoda, yazılarda, şarkılarda, tabelalarda, insanların dillerinde ve bazılarının gerçekten ihtiyacı olduğu, istediği şeysin sen. Hepsi çok uzak geliyor, hepsi garip ve yabancı hepsi bana.
  Bazen başlamayacağını bilmek, biteceğini bilmekten daha iyi olabiliyor. Ben buna dayanarak yaşıyorum, haberin yok. Elbette bitecek bir ilişkimiz olacaktı. Ama hiç başlamaması, hayallerimde hep mutlu bir aşk tablosu oluşturacak. Ve sen hep muhteşem, hep ulaşılmaz kalacaksın bende...

29 Kasım 2011 Salı

yolun başındayım oysa


Uzunca süre giremediğim bilgisayarımdan, tuşlarına dokunamadığım klavyemden yazıyorum bu satırları.
Sonu gelmeyen bir sınav haftası içerisindeyim, hala bitmedi. Bitmeyecek gibi..
Öncelikle sürekli (her akşam) yazılılara çalışmaktan ve stresinden bıktım. Dizi izlemiyorum, dışarı çıkmıyorum, kitap okumuyorum. Uyuyorum.
Sonra cidden yorgun hissediyorum. Bazı çalışkan öğrenci modellerini anlamıyorum. Her sabah dinç, yüzü mutluluk dolu okula gelirler sonra dersi hiç kaçırmadan not alırlar. Adeta özgüven patlaması..
Bense 5 dakika daha uyuyayım, kalkmak istemiyorum. "BUGÜN OKULA GİTMİYORUM." tarzı takılıyorum her sabah. Kahvaltı yapasım gelmiyor, servise geç kalıyorum, müzik dinliyorum. Gözlerimde hergünün ayrı yorgunluğu, midemde kahvaltı yapmamanın verdiği garip his ve stresten kaynaklanan ağrı... Parmaklarım kalem tutmaktan ağrımış bir biçimde okula gidiyorum.
Sonra bazı insanları artık hiç çekemiyorum. Çünkü bu kırılmasın, şu darılmasın diye sürekli kendimden bir şeyler feda ediyorum. Sonuç; yine ben suçluyum.. Kaç gündür rüyama giriyor o bazı insanlar. Hep yalnız kaldığımı görüyorum. Hep..
Annem artık evde. İlacını değiştirdiler, bunun yan etkileri öncekinden biraz daha farklı. Ateşi çok çıkıyor bunun yanında da mide bulantısı. Şimdi biraz daha iyi, 3 tane daha alacak bu ilaçtan. Sonra bakalım ne olacak.
Anneannem kestane getirdi bu esnada. Şu an yapabileceğim en eğlenceli şey elimi yakmamaya çalışarak kestane yemek.

- Ne zamandır dinlememişim bu şarkıyı. -

18 Kasım 2011 Cuma


Akarsam parmaklarından, kokunu yudumlarsam, sesinle uyanırsam
Belki dersin "nasılsın?"
"
İyiyim" bilirsin; hatrımı sorarsan yeter..

Bilmiyorsun Renklerini Sonbaharın

Bazen,
Gözyaşları damlıyor gözlerimden. Sonra daha da şiddetleniyor bu. Hıçkırıyorum. "Ben duyan kimse yok."
Tadı tuzlu bilir misin gözyaşlarının. Yanaklarında kurudukça gerilir suratın. Kırışırsın, kalbini acıtır. Gözlerin kızarır. Üşürsün sonra. Yalnızlığın hiç beklemediği bir zamanda, çıkagelir karşına. Bir şey diyemezsin.
Huzuru aradın mı hiç sonbaharda? Renklerini gördün mü? Hissettin mi rüzgarı hiç suratında? Ya da aradın mı sevgiyi hiç dökülen yapraklarda? Derdini anlattın mı çıplak kalmış ağaçlara?
Hepsi yalnız. Hepsi ağlar. Hepsi anlar seni.
Bir şeyi yok istersin ya hani. Bir kimseyi hayatına istersin. Hayaller kurarsın ikiniz adına. Okşar saçlarını o, öpersin ellerinden ve konuşursunuz saatlerce. Seninle konuşmak çok güzeldi, zamanın su gibi aktığını hissettirirdin bana.
Hissin yanında hayaller de var oysa. Ben hep hayallerde yaşadım. Sen gerçektin. Ve yüzüme bile bakmadın. Sanki hiç yokmuşum gibi...
"Ben hep hayallerde yaşadım."
Sense hep uzaktakini sevdin.
"Ben hep hayallerde yaşadım."
Sense sadece onu sevdin.